Gılgamış Destanı'ında sıra geldi , hikayenin en can alıcı noktalarından bir tanesine
ENKİDU'NUN ÖLÜMÜ
Gılgamış, uzun lülelerini yıkayıp silahlarını temizledi.
Saçlarını omuzlarından geriye attı.
Lekelenmiş giysilerini de çıkarıp yenilerini sırtına geçirdi.
Krallık giysileriyle kuşandı.
Gılgamış, başına tacı geçirdiğinde, görkemli
tanrıça lştar, bakışlarını ona yöneltip yakışıklılığına hayran
kaldı ve şöyle dedi: « Bana gel, Gılgamış, erkeğim ol,
bedeninden bana döl sun; böylece ben senin karın, sen
de benim kocam olacaksın.
Sana tekerlekleri altından, mahmuzları bakırdan, geri kalan bölümü
de altından ve lacivert taşından yapılmış bir savaş arabası donatacağım.
Yine sana, yük katırı olarak kullanabileceğin fırtına cinleri
sağlayacağım.
Sedir tahtası kokan evimize girdiğinde eşik de, taht da ayaklarını öpecek.
Krallar, hükümdarlar, şehzadeler önünde eğilip dağlardan ve ovadan sana haraç
getirecekler.
Maryaların ikiz kuzulayacak, keçilerin de üçüz çıkaracak.
Yük eşeğin, katırları geçecek, öküzlerin rakipsiz olacak, savaş arabana koşulu atların,
tezlikleriyle ırak illerde bile ün salacak.
Gılgamış ağzını açarak görkemli tştar'a cevap verdi:
Seninle evlenirsem, karşılık olarak, sana ne gibi armağanlar
sunabilirim?
Bedenin için nasıl yağlar, ne biçim giysiler istersin?
Sana ekmek ve bir tanrıya layık her.
türlü yemişi sunmaktan kıvanç duyarım.
Bir eceye layık içki olan şarabı da sana sunmak isterim.
Tahıl ambarını doldurmak amacıyla sana tahıl verebilirim.
Ancak, seni eş edinmeğe gelince; işte, bu olmaz.
Sonra başıma neler gelmez ki?
Sen, sevgililerin için, soğukta için için yanan
bir mangal, ne boraya ne de fırtınaya karşı koruyan sığınak,
birlikleri perişan eden bir hisar, kendini taşıyanı kapkara
eden zift, yine kendini taşıyanı bereleyen bir kırba,
korkuluktan düşen bir taş, düşmanın kullandığı bir şahmerdan,
giyenin ayağına vuran bir çarıktın.
Sevgililerinden hangi birini sonsuza dek sevdin?
Hangi çobanın, seni her zaman tatmin etti?
Dinle beni, sana sevgililerinin serüvenlerini anlatayım.
Bir vakitler, gençlik çağında sevdiğin Tammuz vardı.
Her yıl onun için yakarılmasını emrettin.
Mavi Kuzgunu sevdin.
Ama onun kanatlarını kırmaktan kendini alamadın.
Korkunç güçlü aslanı sevdin.
Sevdin de ona yedi tuzak hazırladın; hem de yedi tane.
Vuruşma alanlarında harikalar yaratan aygırı sevdin; ona da
kamçıyı, mahmuzu ve sırımdan koşum takımını layık gördün.
Ona zorla yedi fersah koşturdun, içeceği suyu
ilkin çamurla bulandırttın; annesi Silili'nin de yakınıp inlemesine yol açtın.
Sürünün çobanını sevdin.
O da senin için her gün elenmemiş kaba undan çörek pişirmesi yetmiyormuş gibi
uğruna birçok oğlak öldürdü.
Sen bir vuruşla onu kurda dönüştürdün.
Artık kendi sürüsünün çobanları onu kovalıyorlar,
çoban köpekleri de üzerine salıyorlar.
Sonra, babanın olan hurma korusunun bahçıvanını yani tşullana'yı
da sevmemiş miydin?
Sofranı, her gün sepetler dolusu sayısız hurmayla
donattı durdu.
Günlerden bir gün de gözlerini ona çevirerek, • Sevgili tşullana, buraya,
bana gel.
Erkekliğini tadayım.
Haydi gel de al beni; senin olayım, » dedin.
İşullana da bu isteğine şöyle cevap verdi: Benden böyle bir şeyi nasıl istersiniz?
Hep annem yemeği pişirdi, ben de yedim.
Şimdi bana kötü kokan bozulmuş yemekten başkasını
sunamayacak olan senin gibisine neye gelecek mişim?
Kamıştan yapılmış perdenin dondurucu soğuklara karşı yeterince koruduğu ne
zaman görülmüş ki?
İsteğine karşılık bu sözleri işitir işitmez ona vurdun.
O vuruş yüzünden bir köstebek olup toprağın kat kat altına girdi.
O vuruşla, İşullana'yı, gönlünde erişemeyeceği arzuların kaynaştığı bir köstebek haline
getirdin.
Tut ki sevişen bir çift olduk; bu durumda ben de, senin bir vakitler sevdiklerinin akıbetine
uğramayacak mıyım?
İştar, bunları işitince öfkeye kapılıp yüce göğe yükseldL
Babası Anu'nun ve annesi Antum'un önünde gözyaşı döktü:
«Babacığım, Gılgamış beni aşağıladı durdu.
İğrenç davranışlarımı, tiksinti verici ve çılgınlık dolu işleriıni
bir bir yüzüme vurdu.
Anu şöyle cevap verdi: « Tanrıların babası mısın sen?
Kral olan Gılgamış'la kavga edersen, o da,
iğrenç davranışlarını, tiksinti verici ve çılgınlık dolu işlerini
senin yüzüne vurur.
İştar, yeniden sözü aldı: «Babacığım, Gılgamış'ı yok
etmek için bana Gökyüzü Boğasını ver.
Gılgamış'ı öylesine kibirle doldur ki, bu kibir onun yıkımına
yol açsın, Gökyüzü Boğasını bana vermezsen, cehennemin kapılarını
kıracağım, sürgülerini de sökeceğim.
Böylelikle, yukardakilerle aşağıdakileri birbirinden ayırt etmek
imkansızlaşacak; insanlar arasında karışıklık çıkacak.
ölüleri, canlılar gibi, yemek yiyer hale getireceğim; böylece ölülerin
sayısı yaşayanlarınkini geçecek.
Anu da İştar'a şöyle dedi: « İsteğini yerine getirirsem, Uruk'ta buğdayı tohumsuz
kabuk haline sokan yedi yıllık bir kurallık baş gösterecek.
İnsanlar için yeterli tahıl, hayvanlar için de yeterince ot istif ettin mi?
İştar, İnsanlara tahıl, hayvanlara da ot istif ettim.
Yedi yıllık tohumsuz kabuk dönemi için yeterince
tahıl ile ot hazır, diye cevap verdi.
Anu, 1ştar'ın söylediklerini işitince, Uruk'a götürmesi
için Gökyüzü Boğasının yularım kızının eline verdi.
Uruk' un kapılarına vardıklarında, Boğa, ırmağa
yöneldi; ilk ho murtusuyla toprağın üzerinde yarıklar
açıldı, yüz kişi de düşüp öldü.
İkinci homurtusuyla da yarıklar açıldı, iki yüz
kişi düşüp öldü. üçüncü homurtusuyla da yarıklar açıldı;
Enkidu tökezlediyse de anında yeniden toparlanıp yana sıçradı;
ardından, boğanın üzerine atlayarak onu boynuzlarından
kavradı.
Gökyüzü Boğası, öfkelenip Enkidu'nun yüzüne
köpük saçtı; kuyruğunun sık tüylü kısmıyla onu kamçıladı.
Gılgamış'a bağıran Enkidu, « Arkadaşım, arkamızda
kalıcı bir ad bırakacağız diye böbürlendik.
Haydi bakalım, şimdi kılıcını, ensesiyle boynuzlarının
arasına daldır; boğanın leşini yere ser, dedi.
Onun üzerine, Gılgamış, Boğanın peşine düşüp kuyruğunun tüyü sık kısmını
yakaladı.
Ensesiyle boynuzlarının arasına kılıcını daldırdı.
Gökyüzü Boğasını cansız yere serdikten sonra,
yüreğini çıkarıp Şamaş'a sundular.
Canciğer arkadaşlar ise, yerlerinden kımıldamadılar.
Ama İştar, yerinden kalkıp Uruk'un büyük surlarına
tırmandı.
Bir zıplayışta kuleye erişip beddua etti: « Gökyüzü
Boğasını öldürmekle beni küçümseyen Gılgamış'a lanet
olsun!
Enkidu, bu sözleri işitince boğanın sağ budunu
koparıp tştar'ın yüzüne fırlattı ve şöyle dedi: « Yakalarsam,
sana da yapacağım budur; bağırsakları da yanına bağlarım.
Bunun ardından, tştar, halkını; rakseden, şarkı söyleyen
kızları; tapınağın fahişelerini ve yosmalarını bir araya
getirdi.
Gökyüzü Boğasının butu üzerinde ağıt yaktı.
Buna karşılık Gılgamış, zırhçıların ve demircilerin
tümünü birden çağırdı.
Boynuzların iriliğine hayran kaldılar.
Boynuzlar, iki parmak kalınlığında lacivert taşıyla
kaplıydı.
Gılgamış'ın, koruyucu tanrısı Lugulbanda'ya armağan ettiği bu boynuzların her biri
sekiz okka ağırlığındaydı; taşıdıkları yağ miktarıysa, altı ölçülüktü.
Gılgamış, onları sarayına taşıyıp duvara astı.
Ardından, ellerini Fırat ırmağında yıkadılar.
Birbirlerine sarıldılar ve uzaklaştılar.
Kendilerini görmek için toplanan yiğitlerin arasından Uruk'
un sokaklarında ilerlediler.
Gılgamış, şarkı söyleyen kızlara dönüp, "Yiğitlerin en görkemlisi, erlerin
en seçkini kimdir?
diye sordu.
11 Gılgamıştır, yiğitlerin en görkemlisi.
Erlerin en seçkini, yine Gılgamıştır, » karşılığını
verdiler.
Yiğitler, Artık geceleyin dinlenelim, » deyip yatıncaya
dek, sarayda yenilip içildi, eğlenildi, bayram
edildi.
Gün ağarırken Enkidu doğrulup Gılgamış'a seslendi:
Ey kardeşim, dün gece öyle bir düş gördüm ki, sorma
Anu, Enlil, Ea ve göksel Şamaş, birbirleriyle danışmak üzere
toplandılar.
Toplantı sürüp giderken, bir ara Anu, Enlil'e, Gökyüzü Boğasının canını aldıkları
ve, Sedir Dağının bekçiliğini yapan Humbaba'yı öldürdükleri için ikisinden biri
ölecektir, dedi.
Bunun ardından söz alan görkemli Şamaş, yiğit Enlil'e şunları söyledi: • Gökyüzü
Boğasının canını almaları ve Humbabayı da öldürmeleri,
buyruğunuza uygundur.
Şimdi, suçsuz olmakla birlikte, Enkidu'nun ölmesi mi gerekiyor?•
Bunun üzerine, Enlil öfkelenerek Şamaş'a şöyle cevap verdi: «Onların
çok yakınıymış gibi davranan sen, nasıl olur da böyle bir eyi
ileri sürebilirsin; anlaşılır gibi değil doğrusu,•
karşılığını verdi.
Böylece Enkidu, Gılgamış'ın önüne serilerek gözyaşları
döktü.
Ağlaya ağlaya, Gılgamış'a şunları söyledi: u Ey
kardeşim!
Ey kardeşim!
Seni nice seviyorsam da, yanında nice kalmak istiyorsam da, beni yine de senden
ayıracaklar, Sonra, sözlerini şöyle bağladı: « ölümün
eşiğine oturmaktan başka yolum kalmadı.
Böylelikle sevgili kardeşimişu gözlerimle bir daha göremeyeceğim.
Enkidu tek başına hasta yatarken, ormanın giriş kapısına, canlı bir varlıkmış
gibi küfür edip durdu: « Ey akılsız, duygusuz ve kasvetli kapı!
Ulu sediri görünceye dek, yirmi fersahı aşkın bir uzaklığı senin için
katettim.
Yurdumuzda senin gibi tahta yok.
Yetmiş iki kübit yüksekliğinde, yirmi dört kübit genişliğindesin; eksenin,
halkan pervazların kusursuz.
Nippur'lu bir usta zanaatçı yaptı seni.
Ah, sonucun nasıl olacağını bir bilseydim!
Senin yüzünden başıma gelecekleri kestirseydim, baltamla
parça parça eder, yerine de ince çubuklardan bir kapı yapardım.
Seni geleceğin bir kralı buraya getirseydi ya da sana biçim veren bir tanrı olsaydı,
keşke!
Bırak adımı sildirip, kendininkini yazdırsın!
Böylelikle de Enkidununki yerine onun başı belaya girsin!
Günün ilk ışınlarıyla birlikte, başını kaldırıp Güneş
Tanrısının önünde ağladı.
Parlayan güneş ışıklarının altında gözyaşı döktü.
Güneş Tanrısı, sana şu aşağılık tuzakçıdan yakınacağım, Onun yüzünden, arkadaşımdan
geri kalıyorum.
Dileğim, onun pek az av bulmasını, güçsüz düşmesini,
avladığı hayvanların ağlarından , kaçmasını, her
paydan daha az almasını sağlamandır.
» Tuzakçıya beddua ettikten sonra, yosmaya
döndü.
Onu da lanetlemeye başladı.
« Sana gelince kadın, sana da var gücümle beddua edeceğim!
Sonsuza dek sürüp gidecek bir alınyazısı yükleyeceğim sana.
Bedduanı yakında apansızın tutacak.
Göreceğin iş için başını sokacak çatı bulamayacaksın.
Çünkü, öbür kızlarla bir arada yer tutamayacak; buna karşılık, içkicilerin, sarhoşların
kusmuklarıyla kirlenmiş yerlerde işini göreceksin.
ücretin, çömlekçinin toprağıyla ödenecek, çaldıkların bir
ahıra atılacak, çömlekçiler mahallesinin tozu toprağı içinde, yol kavşaklarında
oturacaksın, geceleri gübre yığınının üzerinde yatacaksın, gündüzün de, duvar
gölgesinde bekleyeceksin.
Böğürtlenler ve dikenler, ayaklarını kanatacak; ayyaşı da ayığı da
gelip yanaklarını tokatlayacak, ağzın acıyla büzülecek.
Mor renklerinden sıyrılasın!
Çünkü bir vakitler ben de kırlarda karımla birlikte, istediğim değerli her
şeye sahiptim.
» Şamaş, Enkidu'nun sözlerini işitince,
ona gökten seslendi: Enkidu, sana tanrılara layık ekmeği yemeği,
kralların şarabından içmeği öğreten kadına niçin
beddua ediyorsun?
Sana göz kamaştırıcı giysiyi giydiren kadın, aynı zamanda
yoldaş olarak görkemli Gılgamış'ı da vermedi mi?
öz kardeşin Gılgamış, seni kralların yattıkları yatağa da,
solundaki sedire de boylu boyunca yatırmadı mı?
Ayaklarını yeryüzünün şehzadelerine öptürttü.
Şimdi de Uruk halkı, gözyaşı döküp sana ağıt yakıyor.
öldüğünde de Gılgamış, saçlarını senin için uzatıp aslan postu giyerek çöllerde
dolaşacak.
Görkemli Şamaş'ı işitince, Enkidu'nun öfkeli yüreği
yatıştı.
Bedduasını geri aldı ve şöyle dedi: cıKadın, sana
başka türlü bir alınyazısı yüklüyorum.
Sana beddua eden ağız, şimdi seni kutsayacak.
Krallar, şehzadeler, soylular sana tapacak.
Senin için dört fersah ötedeki er kişi, eliyle
kalçasına vuracak; saçını başını yolacak.
Yine senin için kemerini çözüp servetini ortaya dökecek.
İstediğini elde edeceksin: lacivert taşı, altın, akik alacaksın
hazinelerden.
Parmağına yüzükler takacak, bedenine giysiler yakıştıracaksın.
Rahip seni tanrıların önüne çıkaracak.
Bir eş, yedi çocuk annesi bir kadın senin uğruna
terk edildi.
» Enkidu, hasta ve yapayalnız uyudu ve sıkıntıyla
içim arkadaşına döktü: cı Sediri kesen bendim.
Ormanı kesip biçen bendim.
Humbaba'yı da tepeleyen bendim.
Şimdi gel de gör halimi.
Dün gece gördüğüm düşü dinle, arkadaşım.
Gökler gürledi, yer de gümbürdeyerek karşılık verdi.
Onların arasında ben, kendimi heybetli bir varlığın,
karanlık yüzlü insan-kuş'un önünde buldum; bana
yöneldi açıkça.
Kan emici yüzlü, aslan ayaklıydı; elleri de kartal pençesiydi.
üzerime atlayıp pençelerini saçlarıma daldırdı.
Beni sımsıkı tuttu, hem öyle sımsıkı tuttu
ki, soluyamaz hale gel dim.
Sonunda biçimimi değiştirdi; kollarım, tüylü kanatlar
haline geldi.
Gözlerini bana dikti ve beni Karanlıklar Ecesi
1rkalla'nırr sarayına, dönüşü olmayan iniş yoluna götürdü.
dçindekilerin, karanlıkta oturduğu ev oradadır; yiyecekleri
toz, etleri kildir.
Kuşlar gibi kanatlıdır hepsi.
Işığı görmezler ve karanlıkta otururlar.
Toz evine girip ora- . da yeryüzünün krallarıyla karşılaştım.
Taçlarını bir dalı& başlarına geçirmemek üzere çıkarmışlar.
Tümü de, bir vakitler krallara özgü
. taçları taşıyan, eskiden yeryüzünde
egemenliklerini sürdüren krallar ve şehzadelerdi.
Geçmiş günlerde Anu ve Enlil gibi tanrı katını ellerinde
tutmuş bulunan bütün bu krallar ve şehzadeler, şimdi
hizmetçi durumundaydılar; toz evinde kızarmış et getirip götürüyorlar,
pişmiş et ve su taşıyorlardı.
Girdiğim o toz evinde, başpapazlar, rahip yardımcıları, büyü ve vecd rahipleri,
tapınağın hizmetçileri ve çok eski günlerde kartalın
göğe çıkardığı Kiş kralı Etana, bulunuyorlardı.
Yine orada sığırların tanrısı Samukan'ı, Yeraltı-Evreni'nin
Tanrıçası Ereşkigal'i, onun önünde de çömelmiş oturan tanrıların
yazıcısı ve ölüler defterini tutan Belit-Şeri'yi
gördüm.
Elinde tuttuğu yazılı levhadan bir şeyler okuyordu.
Başını kaldırıp, beni görünce, 'Bunu buraya kim getirdi?'
diye sordu.
Bunun üzerine, ıssız sazlık bir yerde, tepeden
tırnağa kana boyanmış olarak dolaşıp duran ve bir çiftlik kfilıyası tarafından
yakalanıp, yüreği korkuyla çarpan bir adam gibi uyandım.
Gılgamış giysilerini · üzerinden atmış, arkadaşını dinliyordu
ve hüngür hüngür ağlıyordu.
Gılgamış dinledi, dinledikçe de gözyaşları arttı.
Sonra Enkidu'ya şöyle dedi: « Yıkılmaz duvarlı Uruk'fa böylesine bilge başka kim
var?
Tuhaf şeyler söylendi; yüreğin neye böylesine tuhaf konuşuyor?
Düş olağanüstüydü; ama, korku da büyüktü.
Korkunçluğunun kertesi ne olursa olsun, yine de bu düşü
pek değerli saymalıyız.
Çünkü, sefilliğin, eninde sonunda . sağlıklı kişinin başına çöktüğünü,
hayatın eninde sonunda acıyla bittiğini gösteriyor bu düş. ıı
Daha sonra, şöyle yakardı: Arkadaşım uğursuz bir düş gördüğü için, yüce
tanrılara dua edeceğim
·şimdi.
Enkidu'nun düş gördüğü gün de sona erdi.
Ama o, hastalık yüzünden yerinden kıpırdayamadı.
Bütün gün boyunca yatağında uzandı kaldı.
Ağrıları da gitgide arttı.
Enkidu, kırlardan ayrılmasına yol açan arkadaşı
Gılgamış'a, • Bir vakitler sana hayat suyunu bulmak için koşup
durdum, ama şimdi elimde hiçbir şey yok. ıı dedi.
Ertesi gün de yatağından çıkamadı.
Gılgamış onun başucundan ayrılmadı, ama hastalığı azıtıyordu.
Enkidu üçüncü gün de yatağında kaldı.
Gılgamış'a seslenerek onu yatağından kaldırdı.
Artık iyice güçsüzleşmişti; ağlamaktan gözlerine perde de
inmişti.
On gün yattı ve acıları daha da arttı.
Bu acılarla yatağında on bir, on iki gün yattı.
Sonunda Gılgamış'a seslendi: Arkadaşım, yüce tanrıça bana beddua etti, utanç içerisinde
ölmem gerekiyor.
Savaşta vurulan bir er kişi gibi ölmeyeceğim.
Vurulmaktan korkuyordum.
Ama vuruşma sırasında ölene ne mutlu!
Yazık ki ben utanç içinde öleceğim.
Gılgamış, Enkidu için ağladı durdu.
Tan vaktinin ilk ışınlarıyla, sesini yükselterek Uruk'un
gün görmüş danışmanlarına ve pirlerine şöyle dedi:
Dinleyin beni Uruk'un ermişleri Arkadaşun Enkidu'nun uğruna döküyorum
gözyaşlarımı Yas tutan bir kadın gibi inliyorum
Kardeşim için ağlıyorum.
Ey Enkidu kardeşim!
Yanundaki baltam, Elimin gücü, önümdeki kalkan, kuşağundaki
kılıç!
Sendin En ender süs en görkemli giysi;
Uğursuz bir alınyazısı senden yokstın kıldı beni.
Anan ve baban olan Yabanıl eşek ve ceyWı,
Seni besleyen bütün uzun kuyruklu yaratıklar, Hep ardından ağlıyor.
Ovanın da otlakların da bütün yabanları, Sedir ormanında sevdiğin keçiyollan,
Arkandan ağıt yakıyorlar gece gündüz.
Bütün ileri gelenleri yıkılmaz duvarlı Unık'un,
Ağlasınlar ardından, Enkidu, genç kardeş,
Kutsamanın parmağı, bırak seni göstersin yakanş içinde.
Kulak ver ülkeyi baştanbaşa yanp geçen yankıya,
Bir annenin inleyişini andıran o yankıya, Birlikte yürüdüğümüz keçiygllannın
tümü Avladığımız yabanıl hayvanlar, ayı ve
sırtlan Kaplan, pars ve aslan
Geyik de, dağ keçisi de, boğa da, maral da
Kıyıları boyunca gezindiğimiz ırmak da Elanı'm Ula'sı da,
Bir vakitler kırbalanınızı doldurmağa gittiğimiz sevgili
Fırat da Ağlıyorlar senin için.
Bekçiyi öldürdüğümüz dağ, Ağlıyor ardından,
Gökyüzü Boğasının öldürüldüğü Yıkılmaz duvarlı Umk'un savaşçıları,
Senin peşinden gözyaşı dökmekte.
Herkes Eridu'da, Arkandan ağlamakta Enkidu.
Ye diye sana tahıl taşıyanlar, Yasını tutmaktalar.
Sana içesin diye arpa suyu sunanlar, Şimdi ardından ağıt yakmaktalar.
Seni miskle yağlayan yosma, Senin için şimdi inleyip sızlamakta.
Sana bir eş bir de güzel öğütlerle bezenmiş yüzük sunan
saraylı kadınlar.
Şimdi arkandan ağlayıp saçlarını yohnakta.
Kardeşlerin olan genç erkekler, Kadınmışcasına saçlarım uzahp yas tutuyorlar.
Nasıl bir şeydir acaba seni alakoyan şu uyku
Karanlıklarda yitip gittin ve arhk beni işitmez oldun.»
Yüreğini yokladı.
Atmıyordu.
Gözlerini de açmadı bir daha.
Gılgamış, yeniden arkadaşının yüreğini yokladı.
Hayır, atmıyordu artık.
Böylece, bir gelini duvakladıkları gibi, Gılgamış da arkadaşını bir örtüye
sardı.
Bir aslan gibi, yavrularından yoksun kılınmış bir dişi aslan gibi öfkesinden
kudurdu.
Delilenip, yatağının çevresinde döndü de döndü;
döndükçe saçlarını yolup yolup sağına soluna saçtı.
Debdebeli giysilerini paralayarak, çıkardı; iğrenç şeylermişcesine yere çaldı.
Günün ilk ışığıyla, Gılgamış varıp şöyle haykırdı:
Seni kralların yatağına yatırdım.
Solumdaki sedire uzandın.
Yeryüzünün şehzadeleri gelip ayaklarını öptüler.
Uruk halkından senin için ağlayıp, ağıt yakmasını
isteyeceğim.
Kaygısız ve şen insanlar, kederinden iki büklüm olacak.
Toprağa verildiğinde, saçımı uzatacağım.
Aslan postuna bürünüp çöllerde dolaşacağım.
» Ertesi gün, tan ağarırken Gılgamış yenibaştan yakınmağa koyuldu.
Enkidu için yedi gün, yedi gece ağlayıp sızladı.
Kurtlar Enkidu'nun gövdesine üşüşene kadar, bu böyle sürdü gitti.
Ancak ondan sonra, Enkidu'yu toprağa verdi.
Çüııkü Anunnaki, yani yargıçlar ona el koymuştu artık.
O zaman Gılgamış, ülkedeki bütün bakırcıları, kuyumcuları, taşçıları çağırıp bir
arayatopladı.
Tümüne de, «Arkadaşımın heykelini yapacaksınız, buyruğunu verdi.
Heykel yapılırken, göğüs bölümüne bol miktarda lacivert taşı, gövde kesimine
de altın kulla nıldı.
Sert tahtadan bir masa da yapıldı; üzerine balla dolu
bir akik kase ve tereyağla dolu lacivert taşından bir başka
kase kondu.
Gılgamış bunları Güneşe sundu ve sonra ağlayarak
uzaklaştı oradan.