Çinlilere göre barbar bir baş belası, Avrupalılara göreyse yıkımdan başka bir
şey getirmeyen şeytani bir hizmetkar.
Birlikte anıldığı ve sorumlu tutulduğu olayların getirdiği kötü şöhrete rağmen
tarihteki en sıradışı ve en yetenekli komutanlardan biri olarak görülüyor, bahsettiğimiz
kişi tabi ki de Cengiz Han…
13.
yüzyılın başında orta asyadaki tüm göçebe kavimleri birleştirip tek bir çatı altında
toplamış ve imparatorluğunun sınırları pasifikten Hazar denizine ordan da karadenizin
kuzeyine kadar ulaşmıştır.
Peki hangi taraf haklı); onun acımasız bir barbar olduğunu söyleyenler mi, yoksa
tarihin görüp görebileceği en büyük liderlerden biri olduğunu söyleyenler mi?
Cengiz Han veya doğduktan sonra verilen sert, dayanıklı ve demir gibi anlamlarına karşılık
gelen adıyla Timuçin, milattan sonra 1162 yılında günümüzde Rusya – Moğolistan
sınırında bulunan Onon Nehri yakınlarında doğdu.
Börçigin kabilesinin bir üyesi olarak dünyaya gelen Timuçin, Moğolları on yıllar önce
Çin karşısında birleştirmeyi başarmış efsanevi Moğol hükümdarı Khabul Kaan’ın
soyunda geliyordu, bu Timuçin’in sahip olduğu ayırt edici özelliklerden yalnızca
biriydi…
Nitekim söylentilere göre doğduğunda sağ avucunun içinde, gücün ve çok kan dökeceğinin
bir işareti olaark aşık kemiği şeklinde bir kan pıhtısı bulunuyordu; Moğol inancına
göre bu ileride harika bir lider olacağının açık bir göstergesiydi ancak bu aynı zamanda
önünde aşması gereken zor sınavların da olacağı anlamına geliyordu.
Henüz 9 yaşındayken ailesi ve kabilesinin önde gelenleriyle çıktığı bir gezi dönüşünde,
babası rakip bir kabilenin, geçmişte yaşanan sorunları unutma ve uzlaşma sağlamak isteyen
üyelerinin yemek davetiyle karşılaşır ancak yemek sırasında Timuçin’in babası
Yesügey Bahadır’ın zehirlenerek öldürülmesiyle bu uzlaşma yemeğinin bir tuzak olduğu anlaşılır.
Timuçin, babasının ölüm haberini aldığında hızlı bir şekilde evine döner ve klanından
babasının ölümüyle ona kalan liderliği talep eder ancak kabilenin geri kalanı 9
yaşındaki bir çocuğun emri altına girmeyi reddettiğinde Cengiz Han’ın hayatındaki
zor dönemler başlar.
Kendi topraklarında sığınmacı konumuna gerileyen Timuçin, ailesiyle birlikte yakınlardaki
bir dağın eteklerine yerleşir, 13 yaşındayken yiyecek bulmakta oldukça zorlanılan bir
dönemde kardeşiyle, beraber çıktıkları bir avdan kalan ganimetleri paylaşırken
ciddi bir tartışma yaşanır ve onu öldürmek zorunda kalır…
Bu olay, Cengiz Han’a hayatı boyunca hiçbir zaman unutmayacağı ve birçok kez başvuracağı
zor bir gerçeği öğretmiştir:‘’Güç yalnızca kan dökülerek kazanılır.’’
Timuçin bu olaydan kısa bir süre sonra, eskiden ailesinin müttefiği olan Taichiut’lar
adındaki bir kabile tarafından kaçırılır ve kısa bir süreliğine şehir şehir gezdirilerek
sergilenir.
Boyun eğmediği için kötü muamele görüp zor günler geçirdiği bu dönemdeyse çabası
ve ailesine hala sempati ve sadakat besleyen bir yerlinin yardımıyla esaretten kurtulmayı
başarır, bu kurtuluş Cengiz Han’ın sahip olduğu ünü daha da artırır.
16 yaşına geldiğinde ailesi tarafından önceden kararlaştırıldığı üzere Börte
adındaki genç bir kızla evlenir, bu ona Börte’nin kabilesiyle ittifak olma şansı
tanır ancak çok geçmeden işler yine beklenmedik bir şekilde kötüye sarar ve düğünden
kısa bir süre sonra Börte, başka bir rakip kabile Merkitler tarafından kaçırılır.
Buna karşılık Cengiz ise yakın arkadaşı Jamukha ve eskiden babasının dostu olan
Tuğrul Han ile birleşip Börte’nin bulunduğu kampa saldırı düzenler, başarılı geçen
ilk gece baskınındaysa amacına ulaşır ve Börte’yi kurtarır…
Bu olayın üzerinden 9 ay geçtikten sonra Börte bir doğum yapar ve anlamı misafir
olan Jouchi adında bir bebek dünyaya gelir.
Çocuğun gerçek babasının kim olduğuna dair ciddi şüpheler olsa da Cengiz Han Jouchi’yi
kendi oğlu olarak kabul eder ve kimse alınan bu kararı sorgulamaya cesaret edemez.
Cengiz Han’ın sonraki yıllarda daha birçok eşi ve çocuğu olacaksa da yalnızca Börte’yle
birlikte sahip olduğu dört erkek çocuğunu ailesine ve mirasına kabul etmiştir.
Börte’nin kurtarılmasından sonra Cengiz Han kardeşlerinden ve güvendiği kişilerden
oluşan bir birlik kurmaya başlar, bu kendi aralarında kavga etmekten başka bir şey
yapmayan göçebe Moğol kabilelerini birleştirerek büyük bir imparatorluk kurma hayalini gerçekleştirme
adına attığı ilk adım olur.
Sonraki yıllarda Cengiz, sahip olduğu küçük birliği alarak bozkırdaki tüm kavimleri
birer birer kendi emri altında toplamaya başladı, aslında amacına ulaşma adına
izlediği yol oldukça basitti; var olan tüm bölünmüşlükleri ortadan kaldır bunun
için katliam yapman gerekse bile…
Uzun uğraşlar sonucunda Moğollar’ın çoğunluğu Çin’in karşısında tek bir
çatı altında toplanmış ve Cengiz’in küçük birliği 20.000 kişilik güçlü
ve elit bir savaşçı grubuna dönüşmüştü.
Bu elit ordunun yönü uzun yıllar önce babasını öldüren Tatarlar’a çevirdiğindeyse,
ilk gerçek sınavıyla da karşılaşmış oldu; savaş bitip toz bulutu ortadan kalktığında
açığa çıkan şey Cengiz Han ve ordusunun mutlak zaferiydi…
Parlak taktiksel zekanın acımasızlık dolu vahşi bir güçle birleştirilmesi, genç
Cengiz’in olağanüstü bir savaş alanı lideri olduğunu kanıtlıyordu.
Birkaç yıl içinde sahip olduğu ordu ve topraklar Naymanlar,Merkitler ve Taichiutlar
gibi küçük grupların da yenilgiye uğratılmasıyla daha da büyüdü ve orta asya bozkırlarında
hüküm süren önemli bir güç haline geldi.
Taktiksel düşünce açısından savaş alanında oldukça başarılı bir komutan olan Cengiz
Han, bu özelliğinin yanında savaşların yalnızca fiziksel bir mücadeleden ibaret
olmadığını, zafer kazanmak için askeri istihbaratın da oldukça önemli olduğunun
farkındaydı, tam da bu yüzden kendine bağlı olarak çalışan oldukça geniş bir casus
ağına sahipti.
Bu kişiler, karşı karşıya gelinecek düşmanların güçlü ve zayıf yönlerine dair bilgi sızdırmakla
birlikte bazen bir suikastçi gibi davranarak karşı tarafın askeri ve politik açıdan
kilit isimlerini de saf dışı bırakıyorlardı bununla birlikte Cengiz Han’ın liderlik
ettiği ordu, ele geçirilen yerlerdeki yeni teknolojilere de oldukça hızlı uyum sağlıyor
bu da ordunun daima güncel ve hareketli kalması avantajını beraberinde getiriyordu.
Sıradan bir Moğol askeri; ok, yay, kılıç, tahta veya sertleştirilmiş deriden bir kalkan
ve bir de kement taşırdı bunun yanında çeşitli vücut zırhlarına ve gerektiğinde
düşmanlarını atlarından düşürebilmek için ucunda kanca bulunan bir de mızrağa
sahiplerdi…
Öte yandan farklı durumlara uygun çeşitli saldırı ve savunma organizasyonlarıyla
güçlendirilen orduda şamanların da bulunması, askeri liderliğin yanında Cengiz Han’ın
geleneklere uygun olarak ruhani bir kimliğe de sahip olup orduyu psikolojik yönden de
güçlü kılmak istediğinin kanıtıydı.
Moğolların tek bir çatı altında toplanmasından sonra Çin’e düzenlenecek sefer öncesinde
Cengiz Han’ın isteğiyle büyük bir kurultay toplandı ve kendisine ‘’Kainatın Hakimi’
anlamına gelen ‘Cengiz Kağan’ ünvanı verildi.
Kağan yeni zaferler elde etme amacıyla sahip olduğu kuvvetleri 1207 yılında Xi Xia,
Batı Xia ya da Tangut Krallığı adlarıyla bilinen bölgeye çevirdi, bu dönemde Çin
sahasında varlık gösteren 3 devlet bulunmaktaydı ve bunlar; Batı Xia, Kuzeydeki Çin Hanedanı
ve güneydeki Sung hanedanıydı.
Batı Xia’ya yapılan ilk saldırıdan 2 yıl sonra krallık koşulsuz bir şekilde
teslim olmayı kabul etti ve Cengiz Han yönünü, yıllar önce atalarına karşı işledikleri
suçlardan dolayı asıl hedefi olan kuzeydeki Çin hanedanına çevirdi.
1211 yılında başlayan sefer; karşılıklı meydan okumalar, isyanlar, politik kargaşalar,
ihanetler, kuşatmalar ve daha birçok ilgi çekici noktaya sahip olay sonucunda 1217
yılında Çin’in büyük çoğunluğunun Moğollar tarafından ele geçirilmesiyle
sonuçlandı, rivayetlere göre savaş o kadar şiddetli geçti ki, Harzemşahlar tarafından
gönderilen bir elçi, bölgeye yaklaştığında uzak mesafelerden bile fark edilebilen karla
kaplı bir tepe görür, yerli halktan birine bu tepenin ne olduğunu sorduğundaysa, bunun
Cengiz’in askerleri tarafından öldürülen Çinlilerin kemikleri olduğu cevabını alır
nitekim savaş yıllarında çoğunluğu Çin tarafından olmak üzere yüzbinlerce kişinin
hayatını kaybettiği biliniyor.
Çin’de kontrolün büyük ölçüde sağlanmasının ardından Cengiz Han bölgeye yerel yöneticiler
atayarak başkent Karakurum’a doğru yola çıkar…
Bu süreçte gittikçe daha da güçlenen büyük Moğol İmparatorluğu, günümüzde
İran ve Afganistan topraklarında karşılık gelen bölgede kurulmuş Türk bir devlet
olan Harzemşahlarla diplomatik ilişkiler de kurdu ancak Otrar şehrinin valisi tarafından,
450 kişilik bir Moğol ticaret kervanında bulunan tüccarlara casusluk yaptıkları
gerekçesiyle gerçekleştirilen saldırı, tüm kervanın öldürülmesi ve mallara el
konulmasıyla sonuçlandığında iki ülke arasında soğuk rüzgarlar esmeye başlar…
Bu durum karşısında öfkeden deliye dönen Cengiz Han, bu küçük düşürücü hadiseye
rağmen ilk çare olarak savaş yerine diplomasiyi seçti ve Harzemşah sultanına, Otrar Valisi
Inalcık’ın sebep olduğu ölümlere karşılık olarak cezalandırılmasını talep eden bir
elçi heyeti gönderdi ancak sultanın bu talebe cevabı elçilerin başlarını geri
göndermek oldu.
Çok geçmeden bu hareketin büyük bir hata olduğu kanıtlanacaktı.
1219 yılında Cengiz Han bizzat yönettiği 200.000 kişilik bir orduyla Harzemşah devletinin
sınırlarına ulaştı ve ülkedeki büyük şehirleri birer birer saf dışı bırakmaya
başladı, 2 yıl sonra yani 1221 yılında Sultan ve ailesinin büyük çoğunluğu ya
yakalanıp ölümle cezalandırıldı ya da sürgün edildi böylece Harzemşahlar tarihe
karışmış oldu.
Harzemşahların yenilgiye uğratılmasından sonra Cengiz Han’ın damadı Nişabur kuşatması
sırasında hayatını kaybettiğinde, Han’ın Börte’den olan en küçük oğlu Tuluy
tarafından, kız kardeşinin isteği üzerine, insanlık tarihinin gördüğü en büyük
katliamlardan biri gerçekleştirildi; yaşlı, genç, kadın, çocuk hatta hayvanlar bile
bu katliamda hedef alınanlar arasındaydı öyle ki olaydan sonra şehirde yaşayanların
onda birinin bile hayatta kalmadığı söylenir, olay sırasında Cengiz Han’ınsa şehirde
olmadığı tahmin ediliyor.
Acımasız bir savaş komutanı olarak bilinmesine rağmen Cengiz Han, fetihler kadar barışa
ve refaha da önem veren yetenekli bir devlet adamıydı, emri altındaki bölgelerin ‘Cengiz
Han Yasaları’ denilen; sosyal, politik ve daha birçok farklı alanda çeşitli düzenlemeler
içeren kurallara göre yönetilmesini sağlamıştı.
Ünlü Cengiz Han Yasaları’yla; kalıcı barışa engel olan kan davaları, işkence,hırsızlıkn,
yalancı şahitlik, çevreye zarar verebilecek her türlü eylem ve sebebi ne olursa olsun
haksız kazanç sağlama veya iltimas kesinlikle yasaklanmış; yetkinlik, verimlilik ve liyakat
gözetilmiştir.
Ayrıca ele geçirilen bölgelerdeki; zanatkarlara, doktorlara ve inanç ya da millet ayrımı
yapılmaksızın tüm din adamlarına kısaca belirli seviyede bilgi ve becerisi olan eğitimli
herkese saygı gösterilmiştir.
Tüm bunların temel amacı farklı uluslardan insanların İmparatorluk çatısı altında
barış ve uyum içinde yaşayabilmesini sağlamaktı.
Harzemşahlarla yapılan savaştan önce Cengiz Han kendine bağlı olan Batı Xia ya da diğer
adıyla Tangut krallığından destek istemiş ancak alaylı bir şekilde red cevabı almıştı,
kendisine yapılan bu davranışı unutmayan Kağan 1225 yılında yönünü tekrar doğuya
çevirerek Tangut krallığı üzerine sefere çıktı ancak devamında bir av sırasında
attan düşerek ciddi şekilde yaralandı, Tangut’ların korktuğun yönünde bir düşünceye
kapılmalarını istemediği için de ‘Ölmem gerekse bile seferi ertelemeyin!’ emir verdi
ve ilerleme devam etti, Moğollar krallığa bağlı bölgeleri öyle ağır yakıp yıkıyorlardı
ki; Tangutlar, kısa süre içinde barış istemek zorunda kaldı.
Cengiz Han’ın ölmeden önceki son isteği ’ Ölümümü kimsenin öğrenmesine izin
vermeyin, hiçbir zaman ağlamayın ve yas tutmayın böylece düşmanlarımızın hiçbir
şeyden haberi olmaz.
Tangut halkının ve yöneticilerinin tamamını kararlaştırılan zamanda şehri terk ettiklerinde
yok edin’’ şeklindeydi nitekim Kağan’ın bu son isteği yerine getirildi ve bu yüzdendir
ki o yıllardan sonra tarihi kayıtlarda Tangutlarla ilgili herhangi bir bilgiye rastlanmamaktadır.
Ağustos 1227’de Cengiz Han büyük bir ihtimalle iç kanamadan hayatını kaybettiğinde
65 yaşındaydı, cenazesi mooğl geleneğine uygun olarak sade ve gösterişsiz bir şekilde
yapıldı.
Mezarı büyük bir anıtla işaretlenmek yerine hiçbir zaman bulunamaması ve rahatsız
edilmemesi için gizli bir yere yerleştirildi, nerede olduğu günümüzde bile hala sırrını
koruyor.
Cengiz Han’ın ve Moğollar’ın yaşamı hakkında önemli bilgiler veren 1240 tarihli
Moğolların Gizli Tarihi adlı eserdeyse bu konuyla ilgili hiçbir kayıt bulunmamakta
ancak genel görüş; mezarın, suyunun yönü değiştirilerek Onon Nehri’nin altına
gömüldüğü yönünde…
Cengiz Han’ın ölümünden sonra yerine geçen oğlu Ögeday yönetiminde imparatorluğun
gücü ve sınırları zirve noktasına ulaştı, Ögeday’ın ölümünden sonraysa imparatorluğun
önde gelenlerinin Moğolistan’a dönmesiyle Büyük Moğol İmparatorluğu kısa ömürlü
bir hüküm sürdü.
Artık tüm hikayeyi biliyorsunuz, yani Cengiz Han’ın baş belası bir barbar mı yoksa
eşine az rastlanan yetenekli bir lider mi olduğu konusunda kendi kararınızı verebilirsiniz,
başka bir videoda ve tabi ki başka bir hikayede görüşmek üzere…
… …
… …
… …
… …
… …
--- Son ---